Bu “korona günleri” başlamadan önce, çok önce, çok sevdiğim ve kendisi de inanılmaz bir tempo ile çalışan bir Hocam paylaşmıştı, aşağı yukarı şöyle diyordu: “Hepimiz korkunç bir tempo ve acele içerisindeyiz. O kadar çok koşturuyoruz, o kadar çok çalışıyoruz ki, hiçbir şey için vaktimiz yok. Sürekli ve bitmez tükenmez bir biçimde yoğunuz…”
Çok tanıdık gelmişti, çok hak vermiştim ve yetiştirmem gereken bir sürü iş olduğu için de fazla kafa yormamıştım. Yorsam da ne fayda, zamanım yoktu zaten…
Şimdi geçtiğimiz Cumartesi gününden beri gönüllü olarak evdeyiz kızımla. Bugün 9. gün. Geçen hafta iki kez çıktım sadece, birkaç saatliğine, acil ve süreli işleri halletmek için. Şu andaki işimin de böyle bir güzelliği var: Bilgisayar, elektronik imza ve internet bağlantısının olduğu her yer bana ofis.
Sosyal açıdan da çok izole sayılmayız, sosyal medya ağları sağ olsun, tüm dostlar, akrabalarla iletişim sürüyor. Hatta bir iki yazımı okuyup bana ulaşan hiç tanımadığım kişiler bile oldu, uzun uzun sohbet ettik telefonda.
Tamam, salgın çok kötü, hayatın durma noktasına gelmesi, ekonominin tepe taklak olması, içinde bulunduğumuz belirsizlik hepsi çok kötü. Bizim sade vatandaşlar olarak bu krizde bireysel olarak sunabileceğimiz katkı evden çıkmamak. Az önce izlediğim bir televizyon programında “Fransızlar,” diyordu, “evlere hapsolmaktan çok rahatsızlar, çünkü var oluşlarının temelini özgürlük oluşturuyor ve bu salgınla dışarıya çıkma özgürlükleri kısıtlanmış durumda.”
Bunu duyunca bir durup düşündüm: İşin “kısıtlanma” boyutuna odaklanmak çok yanlış geldi.
Hani meşhur bir söz var ya “krizi fırsata çevirmek” diye. Çok severim.
Bence şimdi bir durup, arkamıza yaslanalım. Şöyle derin bir nefes alalım. Sağlığımız yerinde. Çok şükür…
En başta söylediğim bitmez tükenmez yoğunluklarımız, hiçbir şeye yetişemememiz vardı ya… Şimdi yapmamız gereken işleri, yapmak isteyip de yetiştiremediklerimizi, hayal edip de yapamadıklarımızı şöyle bir sıralayalım. Aramaya niyetlenip de bir türlü arayamadığımız eski dostlar (hem de ne çok), albümlere yerleştirilmeyi bekleyen fotoğraflar (bende 30 ve 15 yıllık olmak üzere iki parti bekliyor), dolaplardan ayıklanacak giysiler/eşyalar, bahar temizliği, aylardır okunmayı bekleyen kitaplar, yazmayı hayal ettiğiniz roman, tamamlanması gereken tez, hep yapmayı hayal edip de zaman bulamadığımız ne varsa işte…
Koronayı bilmem de, bu “yoğunluk virüsü” bana fena bulaşmış. Bunları yazarken bile aklımdan onlarca iş geçti, bilemedim hangisini öncelikle yapacağımı.
Demek ki, bu durumdan yararlanıp önce bir sakinleşmek gerekiyor. Önceliklerimizi yeniden belirlemek, haksızlık edip az zaman ayırdıklarımızı yeniden ön plana çıkarmak lazım. Hayatın bize dayattığı cenderelerden kurtulup, sevdiğimiz şeylere yönelerek özgürlüğümüzü yeniden kazanacağız belki de. Belki de geçici bir süre için. Ama olsun. Hiç yoktan iyidir.
Biliyorum, bunca belirsizlik içinde kolay değil: Bu durum ne kadar sürecek, sevdiklerimize ne olacak, ekonomik sorunlarla bireysel, devlet ve küresel olarak nasıl baş edeceğiz ve daha bir sürü belirsizlik. Ama ruh sağlığımızı korumanın, kendimizi 7/24 salgın haberlerine maruz bırakmak yerine, günümüzü biraz daha farklı, daha dolu, daha sevdiğimiz şeylerle planlayarak belki yalnız, ama kaliteli zaman geçirmekten geçeceğini düşünüyorum.
Hepimize hem ruh, hem beden sağlığımızın korunacağı günler diliyorum…
22 Mart 2020, Ankara
Av. E. Neval YILMAZ, MD, PhD.